Bu hafta sizleri Diyarbakır’ımızın yetiştirdiği örnek insanlardan biriyle tanıştırmak istiyorum. On parmağında on marifeti olan bir hanımefendi. O önce bir anne, sonra yazar, şair ve bir öğretmen..
Diyarbakır’ın yine çok özel yerlerinden birindeyiz. Hasretinden prangaları belki de bu evde eskittiği gazeteci-şair Ahmet Arif’in müzesinde yeni nesil bu Diyarbakır’lı sanatçıyla söyleşimize başlıyoruz. Konuştuğum tüm sanatçılara sorduğum ilk soruyu size de sormak isterim. Diyarbakır’ı birkaç kelime ile nasıl anlatırsınız? Burada doğmak nasıl bir duygu, siz de nasıl bir iz bıraktı? Bize biraz ilk günlerinizi anlatır mısınız?
-Nenemin benimle ilgili bir cümlesi ben hep duygulandırmış, bir o kadar da gülümsetmiştir. ‘Xasların çavuş olduğu zamanda Allah seni bize verdi.’ 1954’te bahar mevsiminin sonlarına doğru Kalkan balığı şeklinde dört bir yanı, sırrı kara taşlarında saklı, surlarla çevrili şehrin, doğunun Paris’i Diyarbakır’ın 'Enzele Başı’ nda doğdum. Mustafaile Meliha Kılıç’ın kızıyım. Annemi çok küçük yaşta kaybettik. Beni henüz bebekken Bitlis muhaciri olan anneannem Cemile Nergiz büyüttü.. İlkokulu sur içinde İsmet Paşa İlkokulu’nda okudum. Ortaokulu ise Diyarbakır’ın kalburüstü kesiminin kızlarını gönderdiği Kız Enstitüsü’nde okudum. Bu okulda yaşama dair çok şeyler öğrendim. Dikiş, nakış, yemek pişirme, beslenme, çocuk bakımı ve gelişimi, moda, el sanatları vs… Anneannemin beni bu okula göndermesindeki amacı; kısa yoldan hayata atıp evlendirmekti. Ama öyle olmadı. Gözüm yukarılardaydı. Girmiş olduğum Ankara Fen Lisesi sınavlarını kazanmış olmama rağmen gönderilmedim. Günlerce ağladım durdum. Bana söylenen o cümleyi hala hatırlıyorum! ‘Qız qısmî nasıl bir başına ‘Enqere’ye mektebe gider? Otur oturduğın yerde! Diyarbekir’de mektep mi qalmadi? -Aslında havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez buralarda yetişen , buralarda okuyan insanlar sanata, edebiyata, şiire daha mı çok yatkın olurlar ne? Anneanneniz iyiki de sizi Ankara’ya göndermemiş.Diyarbakır’da mektep mi yok?
-Evet, Diyarbekir’de mektep vardı ve o mekteplerden biri olan Diyarbakır Erkek İlk öğretmen Okulu sınavlarına girdim ve kazandım. Fen lisesi kadar olmasa da bu okul istediğim gibiydi. Birçok yeteneğim bu okulda gün yüzüne çıktı. Tiyatro, halk oyunları, spor vs… Sınıf gecelerinde oyunları kendim yazar, ekibimi kendim kurar ve oynardım… Yazım hayatıma da farkına varmadan bu yıllarda başladım aslında. Arkadaşlarımın hatıra ve şiir defterlerine sayfalar dolusu yazardım.. -İnanmayacaksınız ama benimde o yıllarda sakladığım bir dolu hatıra defterim var. Hala saklıyorum. Tek üzüldüğüm nokta şimdiki gençlerin bu hatıra defterlerini tutma şansına artık sahip olamayacakları. Mesela benim o yıllardan kalma şiirlerim bile defterimde duruyor. Evet benim de Yazdıklarımdan biri ‘Esrarkeşin Dünyası’ yıllar sonra bir arkadaşımın hatıra defterinde sürpriz bir şekilde karşıma çıktı. Muhtemelen belkide bu ilk şiirinizdir. Evet ilk şiirim. Aslında bu şiiri okuduğum zaman ben de hayretler içinde kaldım. Hangi duygularla veya hangi olayın etkisinde kalmıştım? Kim bilir ki… Hatırlamıyorum ama bu şiiri okuyan kişinin, şiiri yazanın bir esrarkeş olduğu düşüncesinin oluşacağını, o gün bugün düşünür dururum.… Kim bilir? belki de o yıllarda izlediğiniz bir film ya da bir öyküden de esinlenmiş olabilirsiniz. Ben de ilk şarkımı hangi duygularla yazdığımı hala hatırlamıyorum. Adı Beyaz Gelinlik.. J Bakar mısınız acıklı hikayeye; Güya bir kızı sevmişim , ama ailesi onu başkasıyla evlendirmiş ve ben onu beyaz gelinliğiyle görüyorum. Ve şarkının nakarat kısmı birkaç defa şöyle devam ediyor
#Be be be be beyaz gelinlikle # Bu şarkıyı hala dinler ve kimin için yazdığımı merak eder dururum. Bu arada yaşım 10 Ama ben şimdi sizin bu ilk şiirinizi merak ettim. Okur musunuz? ESRARKEŞİN DÜNYASI Ben aşkın ve ümitsizliğin Zalim pençesine kapılmış biçare Sen benim ümitsiz aşkımın ilahı Şimdi ne kadar uzaktayız birbirimizden Sen belki aşkımızı hatırlarsın Hayal meyal ama yarım Saatler saatleri Günler ayları Aylar yılları kovalasa da Aşkımızın hatırası ilk günkü tazeliğiyle bende Şimdi hayal ediyorum başımdan geçenleri İrade kuvvetim göçük Sanki başka bir alemdeyim Gözlerim hala ıslak ,yüreğim rutubetli Sen kıskanç, ben ise utangacım Böyle başlamıştı aşkımız Tek kelime konuşmuyorduk Gözler anlatıyordu her şeyi Kararsızdım dedikodudan yana Çekincelerim set çekiyordu aşkımıza Nihayet gelmişti o mesut gün Dolaşıyorken patikada Kızarmıştık kulaklarımıza kadar Belki o an dünyanın en mesut veya bahtsızıydık Gelecekten bi haber Bugün sadece puslu bir hayal bunlar Gerçekten uzak aldatma yaşanılanlar Şimdi sen sonsuz bir hayatta Bense yaşamak denen cehennemin kucağında Gecelerim uykusuz, gündüzlerim sonsuz Karanlıklarda unutmak istiyorum seni Unutamıyorum Mecburum eski aleme dönmeye Hatıraları yaşamak için İçkimden bir yudum alıyorum Dünyadan, dünyamdan çıkıyorum Az sonra kendi dünyama dönerim Bir nefes daha alırsam Kendimi prenses, seni prens olarak görürüm Unutmak istediğim anlarda İradem durgun halidir idama giden mahkumun Bana şimdi Deli, serseri, esrarkeş diyorlar Varsın desinler Belki de haklıdırlar Deli, sesseri, esrarkeş olduğuma Sebep Seni elimden alan, sonsuzluğa götüren kuvvettir Onlar bana deli, serseri diyorlar Desinler Esrarkeş diyorlar Desinler Bunlara isyan etmiyorum Yalnızlığıma ve Senin ruhuna Vedaların zamansızlığına lanet ediyorum Ne kadar insafsız ve aceleciymişsin Sen esrarkeş Birsen KILIÇ ----- 1972 /// DİYARBAKIR ***Arkadaşım AHMEDO'YA ( GEBEŞ AHMET'E ) Çok beğendim. İyi bir yazar olacağınız daha o günlerden belliymiş.. Pekiyi Ne zaman öğretmenliğe başladınız. Belki okurlarınız birazcık özel hayatınızı da merak ederler
1974 yılında idealist bir öğretmen olarak mesleğe atıldım. Aynı yıl evlendim. Bu evlilikten ikisi erkek biri kız üç çocuğum oldu. Volkan, Erkan ve Esra. -Allah bağışlasın.. Sanırım sizin de her idealist öğretmen gibi yolunuz köylere düşmüştür. İlham perileriyle buralarda tanışan bir çok köy öğretmeni tanıyorum Çalıştığım Doğu Anadolu’nun dağ köylerinde bir gün yazacağımdan habersiz beslendim. Özellikle yetiştirme yurdu hazineydi yazacağım öyküler için. Şiirler yazdım o yıllarda ama malesef saklayamadım . Yazdıklarının birçoğu insanların ihtilalin acı sütüyle emzirildiği günlerde yırtıldı, yakıldı. -Hımm..Çok üzüldüm. “O yıllara ait bir çok canlı değerin kaybolmasından daha kötü olamaz” Polyannacılığı ile bu konuyu kapatmak sizi daha fazla üzmek istemiyorum. Hadi bize biraz acıklı, biraz mutlu bir anınızı anlatın lütfen! Yıl 1991, aylardan Kasım… Yüzü surların kara taşlarına dönük çoğu Mezopotamya güneşinin yaktığı esmer tenli çocukların okuduğu Diyarbakır Alpaslan İlkokulu’nda okuttuğum birinci sınıfta öğretmenler arası şiir yarışmasına gönderilmek üzere yazmaya çalıştığım ‘Çiçek Bahçem’ (İssiz Çıra Syf: 9) şiiriyle ilgili unutamadığım bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum.: ‘Kâğıt ve kaleme o denli dalmıştım ki sınıftan çıkıp şiirde yazdığım haşin atmosferin ortasında rengarenk çiçek bahçemde nergislerin, sümbüllerin dağ güllerinin arasında dolaşıyordum adeta. Kokularını genzime çeke çeke… Bu dolaşma esnasında aniden birinin eteğimi çekiştirmesiyle olduğum yerde irkilerek tekrar sınıfa döndüm şaşkınlıkla. Eteğimi çekiştiren köyden kentte göç rüzgârıyla savrulan dünya tatlısı Sakine’ydi. Amcası oğlu Nusret’i elinden tutmuş bana bir şeyler söylemeye çalışıyordu. “Ne oldu Sakine, bir şey mi var?” diye sordum. Anadilinin yasaklılığıyla belki de anlamını bilmeden ya da bildiği kadarıyla “Örtmeni örtmeni ha bunun poxîsî gelî.” Diğer çocuklarda gülüşmeler, ayıplamalar… Ben şiire o denli dalmış çiçek bahçelerinde dolaşırken yanı başımdaki iki nadide çiçeğim de tuvalete gidebilme mücadelesi veriyordu. Tabi o gün çiçek bahçesindeki gezime son verdim, zira ilham kaçmış yerini hüzün almıştı… Sakinelere, Nusretlere aktı yaşlar gizlice… O zaman bu şiiri de anmanın vakti geldi.Buyrun; ÇİÇEK BAHÇEM Güller derdim çiçek bahçemden Elimde bavulum, kucağımda kitaplarım Koyuldum yollara doruklarına dağların Çiçek bahçeme doğru Islanmıştı papuçlarım Zar zor geçmiştim Murat'ı İçimde bir sıkıntı, bir de haz Vardım ki çiçek bahçeme "Muallim!" dedi biri Sesi ürkek ,saçları başak Teni bronz çağından Bağrı açık, Ayağı yalın şimşek gözleri Ali'm, Ayşe'm, Zeynep' im.. Sardılar çevremi toprak kokulu çiçeklerim Kokladım, okşadım, bastım bağrıma Leylak, karanfil, zambağım diye Girdim sınıfa elimde bilgi buketi Sundum çiçeklerime ışığı Dimdik ayakta durmayı Tebeşirle karatahta başında Bilgi pazarı kurdum Bilgiye susamış çiçeklerime Hangi şekle girmedim ki! Oyuncu oldum, çoban oldum En önemlisi bahçevan oldum Güller derdim buket buket İrfan ordusuna çiçek bahçemden Işık oldum, aydınlık yollar Çobanları indirdim dağdan, bayırdan, Kızı-kızanı,anayı, babayı Aydınlattım bilgi ışığımla. Öğrettim emin adımlarla yürümeyi Dik durmayı Konuk oldum köy odalarına Milletin efendilerine Doktor oldum, hasta başlarına Ama heyhat! Kurtaramadım çakır gözlü Kazım’ı Karardı dünyam birden Büküldü boynu çiçeklerimin Döküldü yapraklarından Damla damla çiğ taneleri Uçtu aramızdan güvercinim Kanat uçları ak Ey! Ulu Tanrım! Kimdir bu? Mor şafakta küçücük bir tabutta Omuzlarda taşınan Ardında boynu bükük Leylakları, zambakları, kardelenleri bırakan... Geçti upuzun yıllar Gömdüm acılarımı yüreğime Sessiz çığlıklarımla Dağıttım çiçeklerimi buket buket Yurdun dört bir yanına Tuttum sevgiyle ellerimde İssiz çıramı Işıttım, ışıtıyorum, ışıtacağım Daha nice Aliler, Ayşeler, Zeynepler Güller dereceğim çiçek bahçemden... O şiir o gün orada anısıyla kaldı. Daha sonra tamamladım
Ve bir yarışmada ödül aldınız bu şiirle; Evet.bu şiirle bir ödül aldım.Aslında bu ödül bir yerde dürtü oldu benim için. Şiirler yazmaya devam ettim, Bir de artık yazdıklarınızın yırtılmasına, yakılmasına izin vermediniz Hayır onları özenle saklıyorum artık...Yazdığım şiirleri, denemeleri, öyküleri, anıları, eğitim makalelerini, gezi notlarını, Diyarbakır ağzıyla yaşanmışlıklara dair yazılarımı kültür edebiyat sitelerinde yayımlıyorum. Şu anda nerelerde yazıyorsunuz? Düzenli olarak Amedinsesi, Gazetee Diyarbakır internet sitesinde ve Diyarbakır Haber gazetesinde yazıyorum. Çoğunluğu Diyarbakırlı olan sanatçı, yazar ve yöneticilerle yaptığım söyleşileri ise Güney dergisinde yayımlıyorum Şimdiye dek yayımlanan kitaplarınız nelerdir? İssiz Çıra adını taşıyan ilk şiir kitabım 2012’de Lîs Basın Yayın tarafından yayımlandı. İssiz Çıra; çocuk sevgisi üzerine, ailesine, kendi deyimiyle ezilenlere ve karanlığa sessiz çığlık atan kadınlara yazdığım şiirlerden oluşan bir şiir kitabıdır. İlk göz ağrısıdır, bu nedenle yeri bir başkadır. “Özümsen Diyarbakır”ın ise Diyarbakır lehçesiyle yazılmış olması kitaba ayrı bir hava vermiş;
Evet..2013’te yine Lîs Basın Yayın tarafından yayımlanan Özümsen Diyarbekir kitabı; bir şehir kitabı olup kadın gözüyle 40-50 yıl öncesi Diyarbekir’inde günlük yaşamı Diyarbekir ağzıyla anlatmaktadır. Özümsen Diyarbekir, (29+x,q,w,î,ê,'e) 35 harf karekteriyle yazılmıştır. Zaten bu harfler olmadan Diyarbekir ağzıyla yazma şansı da yoktu. Yazım aşamasındayken ustam dediğim, bu konuda duayen olan ünlü yazar Şeyhmus DİKEN'den de düsturu aldıktan sonra Diyarbekirlinin konuştuğu ağızdan yazmaya devam ettim. Pekiyi, Bu fikir nasıl oluştu? Aslında “Özümsen Di yarbakır”in girişinde de bu konudan bahsetmiştim '2012 TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarın’da Aras Yayınları standının önünde imzalı kitap almak için beklerken memleketimin usta kalemlerinden Tespih Tanelerinin İmamesi diye tanımladığım Sayın Mıgirdiç MARGOSYAN ve S ırrını Surlara Fısıldayan Şehri en güzel anlatan Sayın Şeyhmus DİKEN ustalarımla sohbet etmeye başladık. Konu elbette eski Diyarbekir…Ortak yaşanmışlıklara dair bir Mıgırdiç Margosyan’dan, bir Şeyhmus Diken’den bir benden. Gözlerde aynı duyguları yansıtan bakışlarla aynı sözler ve aynı ağızla sohbetin koyulaştığı bir anda Mıgırdiç Margosyan “ Sen neden yaz mıyorsun? Yaz, seneye fuarda imzalı kitabını istiyorum.” Bakışlarımı yazım hayatımda bana her zaman yol gösteren, ışık tutan ve destek veren ustam Şeyhmus Diken’e çevirdim. “Yazıyor, yazar.” dedi. Sonraki dialoğlarımızda “Olabilir mi, yazabilir miyim, yazayım mı?” gibi sorularıma “Evet olur, yaz, neden olmasın…” gibi yüreklendirici ve yol gösterici yaklaşımlarla bu kitabı yazmama vesile oldular. Demek sizdeki cevheri farketmişler ! Ustalarıma saygım ve teşekkürlerim sonsuzdur... İçindeki resimler de çok güzel!
Özümsen Diyarbekir, fotoğraflarla süslenmeliydi. Bu süslemeyi fotoğraf sanatçısı Koçer YILMAZER severek üslendi. Değerli arkadaşım fotoğraf sanatçısı Koçer, özel olarak çektiği fotoğraflarla geçmişe olan yolculuğumda imgeyi yüklediğim sözcüklerime renk katarak adeta görsel bir şölen sundu. Koçer dosta sonsuz teşekkürler borcumdur…' O zaman bu kitabın girişinde yer alan bu şiiri de hep beraber okuyalım mı? GEL HELE LÊ Bacî heyran Gel hele, gel lê Esmer Diyarbekir'imizin Yüzümüzü kavuran Dudaklarımızı çatlatan Kızgın güneşinin batışıyla Şöyle Dicle'ye karşı Taxta oturağ Oturağ da Yüreğimizde yaşattığımız Eski Diyarbekir'imize gidağ lê Gün batımıyla birlikte Yıkanmış bazalt taşlı hewşlerimizin serinliğini Toprax damlarımızı Damlarda kurulan taxtlarımızı Yad êdağ seninle Gel hele lê Başan qurban Ne têz unuttun o günleri? Sıcak yaz akşamlarında Dolunayın aydınlattığı hewşlerde Doyumsuz sohbetleri Yuxari başta oturan nenemizi Evimizin direği babamızı Erivan radyosunda Meryem Xan'ı Komşu evlerden Yükselen Arif Cizrawi'nin sesini Kalaylı paxır siniyi Etrafında dizili Tüm aile efradını Kardaş-bacı, dayı–bibi Nasıl unuttun lê Uzanırken eller aynı sehene Ekşi de olsa baldan tatlı meftüneye Şükürlü gegirtilerle Elhamdülillah Derken dertten, gamdan uzağ... Gel hele bacî, başan qurban Seninle bir bir qonuşağ Qonuştukça göz yaşmızı ipek marxamaya axıtağ Dinlenirdi ajans Yorumlar sadece babadan Karışmazdı söze uşaxlar Oyuncaxları peçiç on dört taş Pisik yalanırdı yavaş yavaş Unutulmazdı payı, artan aş Gel hele bacî heyran Qurudi gözlerim axmaz ki yaşi Taxtlarda beyaz stare Yıldızlara yakışırdı Qızlar birbiriyle Tenteneleriyle yarışırdı Serilirdi yataxlar Çatlardı hebeneler Hamravat suyu şeb-u şeker Çox uzaxlardan gelirdi Cümbüş ile darbuka sesi Gökteki yıldız tanıktı Taxt etrafında sevdalara Okunurdu ucu yanık mektuplar Nişanlıydı kızlar Yaxındı toylar Ay ışığında Nakşedilirdi adı nişanlının Sevgiler derindi ama safça Her taxta yazılırdı ayrı bir sevda Harcanmazdı duygular asla Kıyılmazdı insana hoyratça Baxtan düşmişem bacî Uzatma arayî Öskemedin mi hêç Diyarbekir'i Taxt bulamasağ Oturax Dicle'ye qarşi Kelek arama, sildi süpürdü felek Bax çayda çıra düşti xatrıma Ongözlüde yükselen bir gazel Battı bağrıma Bırax batsın bacım Doktor hekim istemez Zaten yanıktır bahtımız da bağrımız da Êlê degil qurban lê lê lê? ' Çok teşekkür ederim. Şiirleri yazarlarının sesinden dinlemek de ayrı bir keyif..Yazının dışında neler yapıyorsunuz? Halk oyunları devam ediyor mu? Uluslararası Halk Oyunları Eğitmenliği unvanınızın da olduğunu duymuştum. Halk oyunlarıyla ilgileniyorum.Zaten halk oyunları yaşamımın her döneminde yer aldı. Öğrencilik yıllarımda ilgi duyduğum, çeşitli yarışmalarda okulumu ve ili temsilen oynadığım halk oyunlarını hala oynamaya devam ediyorum.. www.vivahiba.com takipçileri için özel bir mesajınız var mı ? Özümsenmemişse yaşanmışlıkları, yitikse değerleri; bitiktir özü, sözü, kapalıdır kalp gözü o diyarın... Birsen İnal değerli vaktinizi bana ayırdığınız için size çok teşekkür ederim. BARIŞCAN , DİYARBAKIR www.bariscan.net |